Bölüm 1: Kırılmanın İlk Yankısı

8 dakika okuma
1,473 kelime
Ücretsiz Bölüm

Bölüm 1: Kırılmanın İlk Yankısı

Saat, akşam 08:40’ı gösteriyordu ve İstanbul’un Boğaziçi Üniversitesi kampüsü, son derslerin ardından sessizliğe bürünmüştü. Ezgi Kaya, kütüphanenin köşesindeki masasında oturmuş, notlarını karıştırıyordu. 20 yaşında, bilgisayar mühendisliği bölümünde üçüncü sınıf öğrencisiydi. Kısa siyah saçları yüzüne düşüyor, lacivert montunun cebinden çıkardığı mavi boncuklu kolyeyi parmakları arasında çeviriyordu. Kolye, küçük kardeşi Elif’in ona “şans getirsin” diye verdiği bir hediyeydi. Ezgi, içine kapanık bir karaktere sahipti; satranç kulübünde vakit geçirmek ya da bir algoritma üzerinde kafa yormak, kalabalık ortamlardan çok daha hoşuna giderdi. Ama o akşam, kulüp etkinliği için Kapadokya’ya düzenlenmiş bir geziye katılmıştı—ve şimdi otobüste, gürültülü bir grup arkadaşının arasında sıkışıp kalmıştı.

“Ezgi, biraz gevşe!” dedi yanındaki koltukta oturan Arda, omzuna hafifçe vurarak. Arda, aynı bölümden sınıf arkadaşıydı; 20 yaşında, uzun boylu, dağınık siyah saçlı ve her zaman fazla enerjik biri. “Bak, manzaraya! Kaya oluşumları bir bilimkurgu setinden fırlamış gibi, değil mi?” Gözlerindeki muzip ışıltı, Ezgi’yi hem sinir ediyor hem de garip bir şekilde rahatlatıyordu.

Ezgi gözlerini devirdi, ama dudaklarında istem dışı bir gülümseme belirdi. “Bilimkurgu seti dediğin senin beynin, Arda. Elif’e söz verdiğim kek tarifini bulmam lazım, bu gürültüde nasıl odaklanayım?” Kolyeyi sıkıca kavradı, Elif’in neşeli sesini hatırlayarak. Sekiz yaşındaki kız kardeşi, ailesinin neşe kaynağıydı; Ezgi’nin gölgesinde koşturur, ona sürekli sorular sorardı. Ailesi mütevazıydı: Anne terzi, baba taksi şoförü. Ezgi, onların emeğiyle bu üniversiteye gelmişti ve bu sorumluluğu her zaman hissederdi.

Otobüs, vadinin dar yollarında ilerlerken aniden sarsıldı. Şoför bağırdı, “Herkes otursun!” Ama sesi, bir anda yükselen uğultunun içinde kayboldu. Gökyüzü, sanki bir bıçakla yarılmış gibi çatladı. Mor ve kırmızı ışıklar, bulutların arasından sızıyordu. Ezgi’nin kalbi hızlandı. “Bu ne?” diye mırıldandı, pencereye yapışarak. Arda da yanına eğildi, kaşları çatılmıştı. “Deprem mi bu?”

Ama bu deprem değildi. Gökyüzünden bir şey düştü—parlak, kristalimsi bir cisim, bir meteor gibi vadiye çarptı. Toprak sarsıldı, otobüs yalpaladı ve bir anda her şey karardı.

Ezgi gözlerini açtığında, dünya değişmişti. Otobüs devrilmiş, etrafı kırık camlar ve çığlıklarla doluydu. Ama asıl garip olan, çevresindeki manzaraydı. Kapadokya’nın tanıdık kaya oluşumları hâlâ oradaydı, ama gökyüzü mor bir sisle kaplıydı ve yerçekimi… yanlış hissediliyordu. Ezgi, koltuğundan kalkmaya çalışırken kendini hafifçe havada süzülürken buldu. “Bu da ne?!” diye bağırdı, panikle kolyesini tutarak.

“Ezgi!” Arda’nın sesi, birkaç metre öteden geldi. O da otobüsün enkazından çıkmış, bir kaya parçasına tutunuyordu. “Burası… neresi burası?” Etrafına bakındı, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Kaya oluşumları, havada süzülüyordu; bazıları yavaşça dönüyor, bazıları ters duruyordu. Uzaktan, boğuk bir kükreme yankılandı.

Ezgi’nin midesi bulandı. “Kırık Alan,” diye fısıldadı. Üniversitedeki derslerden duymuştu. Son yıllarda dünya genelinde ortaya çıkan bu tuhaf bölgeler, fizik kurallarını altüst eden, canavarlarla ve tuzaklarla dolu alanlardı. İnsanların bir kısmı, bu alanlarda “uyanmış” yetenekler kazanıyordu. Ama Ezgi? O sadece bir mühendislik öğrencisiydi. Neden burada olabilirdi ki?

“Elif…” diye mırıldandı, ailesini düşünerek. Onları bir daha görememe korkusu göğsüne bir yumruk gibi oturdu. Tam o anda, bir gölge hareket etti. Otobüsün enkazından birkaç metre ötede, kertenkele benzeri bir yaratık belirdi. Pullu derisi mor ışıkta parlıyordu, gözleri kan kırmızısıydı. Dişleri, bir testere gibi keskin görünüyordu. Sınıf arkadaşlarından biri, korkuyla bağırarak koşmaya çalıştı, ama yaratık inanılmaz bir hızla atıldı ve çocuğu yere serdi.

“Hayır!” Ezgi’nin çığlığı, boğazında düğümlendi. Arda, eline bir demir parçası kaparak yaratığa doğru koştu. “Defol!” diye bağırdı, ama yaratık onu kolayca savurdu. Arda bir kayaya çarptı, inleyerek yere yığıldı.

Ezgi’nin kalbi deli gibi atıyordu. Kolyeyi sıktı, Elif’in sesi kulaklarında yankılandı: “Abla, bu seni korur.” Ama nasıl? O hiçbir şey yapamazdı. Yaratık, yavaşça ona doğru döndü. Kırmızı gözleri, Ezgi’yi delip geçti. Tam o anda, bir şey içinde kırıldı. Sanki bir perde yırtılmış gibi, zihninde bir görüntü belirdi: Kendisi, birkaç saniye önce, Arda’nın yere yığıldığı an. Görüntü, bir iplik yumağı gibi çözülüyordu.

Ezgi, içgüdüsel olarak o ipliği yakaladı. “Geri!” diye bağırdı, sanki bu kelime her şeyi çözecekmiş gibi. Ve birden, dünya geriye sardı. Otobüsün enkazı, yaratığın hareketi, Arda’nın çarpması—her şey birkaç saniye öncesine döndü. Ezgi, hâlâ kolyesini sıkıca tutuyordu, ama yaratık bu kez ona değil, başka bir yöne doğru atıldı.

“Ne… ne yaptım ben?” Ezgi’nin başı dönüyordu. Zihni bulanıklaşmıştı, sanki bir şey eksilmişti. Çocukluk anılarından bir kırıntı—belki Elif’le parktaki bir gün—yok olmuştu. Ama düşünmeye vakti yoktu. Yaratık, başka bir öğrenciye saldırıyordu. Ezgi, Arda’ya koştu, onu kolundan tutup çekti. “Kalk, Arda! Kaçmalıyız!”

Arda, şaşkınlıkla ona baktı. “Sen… nasıl yaptın bunu?” Ama Ezgi’nin cevabı yoktu. Yaratık, tekrar onlara döndü. Ezgi’nin gözleri, çevresinde titreşen garip ipliklere takıldı. Sanki hava, ince, görünmez tellerle doluydu. İçgüdüsel olarak birini çekti, ve birden kendini birkaç metre ötede buldu. “Teleport mu oldum?” diye mırıldandı, kendi sesine inanamayarak.

“Ezgi, dikkat!” Arda’nın bağırmasıyla irkildi. Yaratık, ona doğru atılıyordu. Ezgi, panikle başka bir ipliği yakaladı. Bu kez, yaratığın hareketi yavaşladı, sanki zaman donmuştu. Ezgi, titreyen elleriyle demir bir çubuk kaptı ve yaratığın kafasına vurdu. Yaratık inledi, yere yığıldı. Ama ölmedi. Pullu derisi, çeliği bile zor keserdi.

“Bu böyle olmayacak,” dedi Arda, nefes nefese. Elini kaldırdı, ve parmaklarından küçük bir alev topu fırladı. Ateş, yaratığın gözüne isabet etti; canavar acı içinde kükredi. “Sen… uyanmış mısın?” diye sordu Ezgi, şok içinde.

“Sanırım,” dedi Arda, sırıtarak. “Ama seninki bayağı havalıydı. Zamanı mı geri sardın?” Ezgi, cevap veremeden yaratık tekrar doğruldu. Bu kez, Ezgi’nin zihninde başka bir görüntü belirdi: Yaratığın birkaç saniye sonraki hareketi. Gelecek yankısı. “Sağa atılacak!” diye bağırdı. Arda, tam zamanında sola sıçradı ve alevleriyle yaratığı bir kez daha vurdu.

Birlikte, defalarca deneme yanılmayla, yaratığı yere serdiler. Yaratığın bedeni, bir anda kristalimsi bir toza dönüştü. Tozun içinden küçük bir parça, Ezgi’nin avucuna süzüldü. Dokunduğu anda, zihninde bir sıcaklık hissetti. Sanki bir bilgi akıyordu: Yankı Parçası – Hız Artışı. Bacakları, bir anda daha güçlü hissettirdi.

“Bu… güç mü?” diye mırıldandı. Ama zafer kısa sürdü. Alan, sarsılmaya başladı. Gökyüzündeki mor sis, daha da yoğunlaştı. Uzakta, başka kükremeler yankılanıyordu. “Buradan çıkmalıyız,” dedi Arda, Ezgi’nin elini tutarak. Ezgi, onun sıcak eline şaşırdı, ama itiraz etmedi. Kalbi, korkudan mı yoksa başka bir şeyden mi, deli gibi atıyordu.

Koşarken, Ezgi’nin zihni hâlâ bulanık anılarla doluydu. Elif’in kolyesi, göğsüne bastırdığı tek gerçek şeydi. “Seni bulacağım, Elif,” diye fısıldadı. Ama içten içe, bir şeylerin değiştiğini hissediyordu. O artık sıradan bir üniversite öğrencisi değildi. Kırık Alan, onu bir Dokumacı yapmıştı. Ve bu, sadece başlangıçtı.

Yorumlar

(0)

Bölüm Nasıldı?

0 yanıt
Beğenim
0
Sinir Bozucu
0
Mükemmel
0
Şaşırtıcı
0
Sakin Olmalıyım
0
Bölüm Bitti
0

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!