Bölüm 2: Çatlağın Nefesi

8 dakika okuma
1,450 kelime
Ücretsiz Bölüm

Rüzgâr, Ley Çatlağı Vadisi’nin keskin kayalıklarında uluyordu. Sylas Morvaen, Lirian’ın elini sıkıca tutarak, karanlığın içine doğru koştu. Göğsündeki yara, her adımda bir alev gibi yanıyordu, ama duramazdı. Arkalarındaki Aetherion askerlerinin bağrışmaları, vadinin yankılarında kayboluyordu, ama hâlâ çok yakındı. Gölgeler, Sylas’a sırtlarını dönmüş olsa da, vadinin derinliklerinde daha yoğun, daha canlı hissediliyordu. Sanki bir şeyler onları çağırıyordu.

Lirian, nefes nefese, “Nereye gidiyoruz?” diye sordu. Sesi titriyordu, ama asasını hâlâ elinde tutuyordu, parmakları beyazlaşacak kadar sıkı.

Sylas, ona bir bakış attı. Kızın gümüş saçları, rüzgârda savruluyor, Aetherian gözlerindeki mavi parıltı, vadinin mor-mavi mana titreşimleriyle dans ediyordu. “Bilmiyorum,” dedi, dürüstçe. “Ama durursak, ölürüz.”

Vadi, bir yara gibi uzanıyordu. Zemin, çatlamış ve taşlaşmış, yer yer havada asılı duran kayalarla doluydu. Mana hatları, görünmez bir ağ gibi havayı titreştiriyor, Sylas’ın derisinde iğne gibi batıyordu. Umbrael kanı, bu titreşimlere duyarlıydı, ama Gölge Rünü mühürlenmiş olduğu için, bu his sadece bir rahatsızlık olarak kalıyordu. Bir zamanlar, bu hatları okuyabilir, gölgeleri çağırırdı. Şimdi ise sadece bir kaçak, elinde paslı bir hançerle, bilinmeze koşuyordu.

Bir kaya parçasının ardına sığındılar. Sylas, Lirian’ı kolundan çekip yere çömeltti. “Sessiz ol,” diye fısıldadı. Kız, başını salladı, ama nefesini tutamıyordu. Sylas, kayanın kenarından vadinin gerisine baktı. Aetherion askerlerinin zırhları, mana parıltılarıyla ışıldıyordu. Dördü hâlâ ayaktaydı, kılıçları havada, gök büyüsünün mavi izleri etraflarında dönüyordu. Öndeki asker, bir iz sürücü gibi zemini koklarcasına eğilmişti. Sylas’ın midesi kasıldı. Bu askerler, sıradan piyadeler değildi. Aetherion’un avcılarıydı.

Lirian, fısıltıyla, “Bizi nasıl buldular?” dedi. “Tapınak… kimse bilmiyordu.”

Sylas, ona sert bir bakış attı. “Sen biliyordun.” Sözler, bir suçlama gibi çıktı, ama Lirian’ın gözlerindeki panik, onun masum olduğunu söylüyordu. Yine de, Sylas’ın içindeki bir ses, bu kıza güvenmemesi gerektiğini fısıldıyordu. Aetherian’dı. Düşmanıydı. Ama o korkmuş gözler… o gözler, başka bir kızı hatırlatıyordu. Yanan bir şehirde, “Beni öldürme,” diye yalvaran bir kızı.

“Ben… ben kimseye söylemedim,” dedi Lirian, sesi kırılgan. “Akademiden kaçtım, çünkü seni bulmam gerekiyordu. Yasaklı Bilgelik—”

“Kes sesini,” dedi Sylas, elini kaldırarak. Askerlerden biri, başını onların yönüne çevirmişti. Sylas, hançerini daha sıkı kavradı, ama göğsündeki yara, kolunu ağırlaştırıyordu. Kan, zırhının altına sızıyordu, soğuk ve yapışkan. Dövüşebilirdi, belki birini daha indirebilirdi, ama dördüne karşı? Lirian’la birlikte? İmkânsızdı.

Vadi, aniden titredi. Yer, bir canavarın sırtı gibi dalgalandı, ve mana hatlarının mor parıltısı, bir an için kör edici bir ışığa dönüştü. Sylas, gözlerini kısarak kayaya tutundu. Lirian, bir çığlık attı, ama sesi, vadiden yükselen derin, boğuk bir uğultuda boğuldu. Sanki dünya, kendi yaralarını kusuyordu.

“Bu… bu ne?” Lirian, asasını göğsüne bastırmıştı, gözleri faltaşı gibi açılmıştı.

Sylas, dişlerini sıktı. “Çatlak uyanıyor.” Ley Çatlağı Vadisi, mana hatlarının kesiştiği bir yerdi, ama aynı zamanda kararsızdı. Büyü, burada kendi iradesine sahipti, ve bazen, öfkelenirdi. Askerlerin bağrışmaları, panikle kesildi. Sylas, kayanın kenarından baktı. Zemin, askerlerin ayaklarının altında yarılıyordu, ve bir mana patlaması, en yakın askerin zırhını eritti. Adam, bir çığlıkla yere yığıldı, bedeni dumanlar içinde.

“Şimdi,” dedi Sylas, Lirian’ın kolunu tutarak. “Koş.”

İkisi, vadinin daha derinlerine doğru fırladı. Zemin, her adımda sarsılıyordu, kayalar havada savruluyor, mana patlamaları etraflarında dans ediyordu. Sylas, Lirian’ı bir kaya parçasının ardına itti, tam o sırada bir mavi ışık, omzunun üzerinden geçti. Aetherion büyüsü. Askerlerden biri, hâlâ peşlerindeydi.

Sylas, döndü, hançerini savurdu, ama asker, gök büyüsünden bir kalkanla darbeyi savuşturdu. Adamın yüzü, zırhın altında görünmüyordu, ama sesi, iğneleyici bir alayla doluydu. “Gölge Büyücüsü, bu kadar mı? Rünün olmadan, bir fare kadar acizsin.”

Sylas, dişlerini sıktı, ama cevap vermedi. Adam haklıydı. Gölge Rünü olmadan, o sadece bir gölgeydi—kelimenin tam anlamıyla. Ama fareler bile ısırırdı. Asker, kılıcını savurdu, ama Sylas, yana sıçradı, hançerini adamın zırhının eklem yerine sapladı. Kan, fışkırdı, ama asker, bir boğa gibi kükreyerek Sylas’ı itti. Sylas, sırtüstü yere düştü, hançeri elinden fırladı.

Lirian, bir çığlıkla asasını kaldırdı. “Dur!” Mavi bir ışık, asasından fırladı, ama zayıftı, titrekti. Asker, kahkahayla kalkanını kaldırdı, büyüyü savuşturdu. “Bir Aetherian çırak, ha? Senin gibi bir hain, neden bu pislik Kara Elf’le birlikte?”

Lirian, dudaklarını ısırdı, ama cevap vermedi. Asker, kılıcını ona doğrulttu, ama o an, vadi bir kez daha sarsıldı. Zemin, askerin altında çöktü, ve adam, bir çığlıkla karanlığa yuvarlandı. Sylas, nefes nefese doğruldu, Lirian’a baktı. Kız, asasını hâlâ havada tutuyordu, gözleri korkuyla doluydu.

“Sen… sen yaptın mı?” diye sordu Sylas, sesi kuru.

Lirian, başını salladı. “Hayır… bu vadi. Mana… kontrolden çıktı.”

Sylas, ayağa kalktı, göğsündeki yarayı tutarak. “O zaman buradan çıkmalıyız. Daha fazla dayanamam.” Kan, parmaklarının arasından sızıyordu, ve başı dönmeye başlamıştı. Ama Lirian’ın gözlerindeki kararlılık, ona durmamasını söylüyordu.

Vadi, bir labirent gibi uzanıyordu. Her köşe, yeni bir tehlike saklıyordu: mana patlamaları, çöken kayalar, ve hâlâ peşlerinde olan askerlerin gölgeleri. Sylas, bir an durdu, nefesini toplamak için bir kayaya yaslandı. Lirian, onun yanına çömeldi, asasını yere dayadı.

“Neden?” diye sordu Sylas, aniden. “Neden beni buldun? Neden Aetherion’a karşı geliyorsun?”

Lirian, bir an sustu, sonra gözlerini yere dikti. “Çünkü… Akademi yalan söylüyor. Bize gök büyüsünün her şey olduğunu, diğer ırkların… pislik olduğunu öğrettiler. Ama ben… ben bir şeyler gördüm. Kitaplarda. Yasaklı Bilgelik’ten bahseden yazılar. Senin onu taşıdığını söylüyorlar, ama aynı zamanda… onun dünyayı değiştirebileceğini.”

Sylas, kaşlarını çattı. “Dünyayı değiştirmek mi? Ben bir suikastçıyım, kız. Dünya kurtarıcılarına inanmam.”

Lirian, ona baktı, gözlerinde bir ateş parladı. “Belki de inanmalısın.”

Sylas, cevap verecekti, ama bir ses, vadinin derinliklerinden yükseldi. Düşük, boğuk bir fısıltı, sanki gölgeler kendi dillerinde konuşuyordu. Sylas’ın tüyleri diken diken oldu. Bu ses… tanıdıktı. İçinde, mühürlenmiş bir yerde, bir yankı uyandırdı. Gölgeler, bir an için ona yaklaştı, ama yine çekildi.

“Bu neydi?” Lirian, asasını kaldırdı, sesi titriyordu.

Sylas, vadinin karanlık uçurumuna baktı. Orada, mana hatlarının arasında, bir şey kıpırdıyordu. Bir siluet, duman gibi, ama canlı. Gözleri, kırmızı bir parıltıyla yanıyordu. Sylas’ın kalbi, bir an durdu. Thazarun. Adı, hafızasında bir bıçak gibi keskinleşti. Gölge Tanrısı.

“Kaç,” dedi Sylas, sesi alçak ama keskin. Lirian’a döndü, onu kolundan tuttu. “Şimdi.”

Ama o an, siluet hareket etti. Duman, bir dalga gibi üzerlerine doğru yükseldi, ve gölgeler, Sylas’ın etrafında bir kafes gibi kapandı. Lirian, bir çığlık attı, ama sesi, karanlıkta boğuldu. Sylas, hançerini aradı, ama elinde hiçbir şey yoktu. Gölgeler, ona sırtlarını dönmüştü, ama şimdi, onu yutuyorlardı.

Kırmızı gözler, ona yaklaştı. Ve bir fısıltı, kulağına doldu: “Sylas Morvaen… benimsin.”

Yorumlar

(0)

Bölüm Nasıldı?

0 yanıt
Beğenim
0
Sinir Bozucu
0
Mükemmel
0
Şaşırtıcı
0
Sakin Olmalıyım
0
Bölüm Bitti
0

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!