Bölüm 4: Gölgenin Anahtarı

10 dakika okuma
1,842 kelime
Ücretsiz Bölüm

Bölüm 4: Gölgenin Anahtarı
Kyongseong, neon ışıklarının bir katedral gibi yükseldiği, sırların taşlarda ve gölgelerde fısıldadığı bir şehirdi. Sis, sokakları bir sır perdesiyle örterken, her neon parıltısı bir şifrenin parçası gibiydi. Wei Lian, Kyongseong Polis Teşkilatı’nın adli tıp laboratuvarında, floresan ışıkların soğuk gölgesinde duruyordu. Sol bileğindeki kırmızı taşlı bileklik, Kan Qi’sinin ritmiyle titreşiyordu, sanki bir kehanetin nabzını tutuyordu. Zihninde, liman bölgesindeki Kutsayıcı’nın son sözleri yankılanıyordu: Kan çağırıyor, gölge avcısı. Ve Baek Ryu, onun sesini duyuyor. Bu sözler, bir bulmacanın eksik parçasıydı, çözülmesi gereken bir kod.

Masanın üzerinde, yeni bir dosya duruyordu, kâğıtlar sanki kanla yazılmış bir mektup gibi ağırdı. Gün batarken, Kyongseong’un eski kütüphane bölgesinde bir ceset bulunmuştu. Wei Lian, dosyayı açtı ve fotoğraflara göz attı: bir kadın, ellili yaşlarında, kütüphanenin tozlu rafları arasında yatıyordu. Boğazı, önceki cinayetlerdeki gibi kesilmişti—bıçak izi yok, kanı sanki bir güç tarafından çekilmiş gibi donmuştu. Ama bu kez, cesedin elinde bir nesne vardı: kırmızı mürekkeple işaretlenmiş eski bir parşömen, üzerinde Kızıl Tarikat’ın ejderha sembolü ve “gölge” ile “kan” hanzi’lerinin yanında yeni bir hanzi: “kader”. Wei Lian’ın parmakları, dosyayı tutarken istemsizce sıkıldı. Bu, bir cinayetten fazlasıydı; bir şifrenin yeni bir satırıydı.

Hye-jin, laboratuvarın kapısında belirdi, gözlerinde bir dedektifin tükenmez merakı ve şüphesi. “Yine o sembol,” dedi, sesi bir kâşifin kararlılığıyla. “Ama bu ‘kader’ hanzi’si… sanki biri bir hikâye anlatıyor, Wei. Bu cinayetler, bir mesaj zinciri.” Gözleri, Wei Lian’a kilitlendi, sanki onun sakin maskesinin ardındaki gerçeği çözmeye çalışıyordu. “Senin bildiğin bir şey var, değil mi?”

Wei Lian, bakışlarını ekrandaki kan örneğine çevirdi, sakinliğini bir zırh gibi korudu. “Bu semboller, bir ritüelin parçaları olabilir,” dedi, kelimeleri bir bilmecenin ipuçları gibi dikkatlice seçerek. “Ama kime hitap ediyor, henüz bilmiyoruz.” Gerçek, onun damarlarında akıyordu: Kan Qi’sinin izleri, bu cinayetin bir Kutsayıcı tarafından işlendiğini haykırıyordu. Ve Gölge Kodu, Wei Lian’ı bu avın peşine düşmeye zorluyordu.

Hye-jin, kollarını göğsünde kavuşturdu, kaşları çatık. “Bu kadın, Choi Eun-ji. Eski bir arşivci, kütüphanede çalışıyor. Temiz bir geçmişi var, ama…” Dosyayı masaya bıraktı, bir sayfa açıldı. “Onun kütüphanesinde, Kızıl Tarikat’la ilgili eski bir metin bulunmuş. Şifreli, okunamaz bir şey. Sence bu tesadüf mü?” Sesi, bir şifreyi çözmeye bir adım kala kesildi. “Wei, bu cinayetler birbiriyle bağlantılı. Ve sen, sanki bu bulmacanın bir parçasısın.”

Wei Lian’ın kalbi bir an için durdu. Hye-jin, çok yaklaşıyordu—hem Kızıl Tarikat’a hem de onun sırrına. “Şifreli metin mi?” diye sordu, sesi sakin ama içinde bir fırtına. Dosyadaki bir fotoğrafa göz attı: parşömenin üzerinde, ejderha sembolünün etrafında karmaşık hanzi’ler dans ediyordu, “kader” hanzi’si bir yıldız gibi parlıyordu. Bu, sadece bir cinayet değildi; bir anahtardı. Ama hangi kapıyı açıyordu?

“Kütüphaneye gidiyoruz,” dedi Hye-jin, ceketini alırken. “O metni görmemiz lazım. Sen de geliyorsun, Wei.” Sesi, bir avcının kararlılığıyla doluydu, ama Wei Lian, onun gözlerindeki şüpheyi fark etti. Hye-jin, bir şeylerden şüpheleniyordu—belki de onun gölgelerdeki hayatından.

Kyongseong, Eski Kütüphane Bölgesi – Akşamüstü

Kütüphane bölgesi, Kyongseong’un unutulmuş bir mabediydi. Tozlu raflar, asırlık bilgilerin nöbetçileri gibi duruyordu; her kitap, bir sırrı saklıyordu. Wei Lian, polis kordonunun ardında duruyordu, Kan Qi’si çevrede bir titreşim algılıyordu. Ceset, kütüphanenin derinliklerinde, eski bir okuma odasında yatıyordu; Choi Eun-ji’nin boğazındaki kesik, bir sanatçının fırça darbesi gibiydi. Elindeki parşömen, kırmızı mürekkeple işaretlenmiş, ejderha sembolü ve “kader” hanzi’siyle parlıyordu.

Hye-jin, yanına yaklaştı, elinde bir el feneri. “Bu yer, bir labirent gibi,” dedi, sesinde bir bulmacayı çözme heyecanı. “O metin, burada bir yerde. Ama bu semboller… sanki bizi bir yere yönlendiriyor.” Gözleri, Wei Lian’a kaydı, sanki onun sakin yüzeyinin altında bir şifre arıyordu.

Wei Lian, eğildi, parşömenin kenarlarını inceledi. Mürekkep, sanki kanla yazılmış gibi taze duruyordu. Kan Qi’si, bu işareti gördüğünde titredi; bu, bir Kutsayıcı’nın işiydi, ama daha derinde bir anlam saklıydı. “Bu parşömen, bir harita olabilir,” dedi Wei Lian, sesi bir bilmecenin ipucu gibi. “Ama nereye götürüyor, henüz bilmiyoruz.” Zihninde, Baek Ryu’nun adı bir gölge gibi belirdi. Kızıl Tarikat, bir ağ örüyordu, ve Wei Lian, bu ağın merkezine doğru çekiliyordu.

“Numune alıyorum,” dedi, eldivenli elleriyle parşömenden bir örnek toplarken. Ama içindeki avcı, başka bir plan örüyordu. Bu gece, kütüphaneye geri dönecekti—gölgelerde, Kan Qi’sinin rehberliğinde. Kızıl Tarikat’ın izi, artık bir kovalamaca değil, bir kaderdi.

Kyongseong’un kütüphane bölgesi, neon çağının unuttuğu bir bilgi tapınağıydı. Tozlu raflar, asırlık sırların nöbetçileri gibi yükseliyor, her kitap bir kehanetin sayfalarını saklıyordu. Gece, kütüphaneyi bir sis perdesiyle örtmüştü; ay ışığı, vitray pencerelerde kırılarak kırmızı bir parıltıya dönüşüyordu, sanki kanla boyanmış bir mozaik gibi. Wei Lian, siyah kapüşonlu ceketinin gölgesinde, bir hayalet gibi kütüphanenin okuma odasına süzüldü. Sol bileğindeki kırmızı taşlı bileklik, Kan Qi’sinin ritmiyle titreşiyordu, bir şifrenin nabzını tutuyordu. Kehribar gözleri, karanlığı tararken, zihninde gün boyu bulduğu ipuçları dönüyordu: Choi Eun-ji’nin keskin boğazı, ejderha sembolü, “kader” hanzi’si ve şifreli parşömen. Bu, bir cinayetten fazlasıydı; bir anahtarın parçasıydı.

Wei Lian, cesedin bulunduğu okuma odasına yaklaştı. Hava, Kan Qi’sinin titreşimiyle doluydu; bir Kutsayıcı’nın varlığı, rafların gölgelerinde saklanıyordu. Parmakları, ceketinin iç cebinde saklı küçük bıçağa uzandı; Kan Qi’si, bıçağın kenarından kırmızı iplikler gibi fışkırmaya hazırdı. Bu gece, Gölge Kodu’nun emriyle avcıydı. Ve av, bir gölgenin fısıltısı gibi yakındı.

Birden, rafların arasında bir hareket yakaladı. Kırmızı bir pelerin, tozlu koridorlarda kayboldu, bir an için ay ışığında parlayıp gölgelerde silindi. Wei Lian’ın kalbi hızlandı; Kan Qi’si, damarlarında bir fırtına gibi yükseldi. Sessizce yaklaştı, adımları bir avcının zarafetiyle. Ama tam bir rafın köşesini döndüğünde, bir tıslama havayı yırttı. Bir gölge, karanlıktan fırladı; elinde parlayan bir hançer, Kızıl Tarikat’ın ejderha motifli sapıyla. Hançer, Wei Lian’ın göğsüne doğru savruldu. Bir anlık refleksle eğildi; Kan iplikleri, havada bir kalkan gibi örüldü, hançeri saptırarak tahta bir rafa çarptı. Kıvılcımlar, kütüphanenin kutsal sessizliğini bozdu.

“Gölge avcısı,” diye bir ses yankılandı, soğuk ve alaycı, bir şifrenin çözülmemiş parçası gibi. Pelerinli figür, rafların gölgesinden çıktı; kapüşon, yüzünü hâlâ gizliyordu, ama ellerinde iki hançer parlıyordu, her biri Kızıl Tarikat’ın mührünü taşıyordu. “Bizi bulman, kaderindi. Ama bu, son sayfaların olacak.”

Wei Lian, gözlerini kıstı; Kan iplikleri, parmaklarında bir ağ gibi dans ediyordu. “Choi Eun-ji’yi sen mi öldürdün?” diye sordu, sesi bir celladın sakinliğiyle. Ama zihninde, başka bir soru dönüyordu: Bu parşömen, Baek Ryu’nun planlarının anahtarı mı?

Figür, alaycı bir kahkaha attı, sesi kütüphanenin tozlu raflarında yankılandı. “Eun-ji, bir uyarıydı. Tarikat, sırları korur. Ama sen…” Kapüşon hafifçe kaydı, bir kadının soluk yüzü ortaya çıktı; gözleri, kırmızı bir parıltıyla yanıyordu, sanki Kan Qi’si onun ruhunu yutmuştu. “Sen, onların lanetli mirasısın.” Kadın, hançerlerini savurdu; Kan Qi’si, havada kırmızı bir sis olarak yükseldi, iplikleri bir ağ gibi yayarak Wei Lian’ı sarmaya çalıştı.

Wei Lian, bir sıçrayışla geri çekildi; Kan iplikleri, bir yılan gibi rakibinin sisine saldırdı. Okuma odası, bir savaş mabedine dönüştü; kırmızı iplikler ve sis, rafların arasında dans ederken, eski kitaplar Kan Qi’sinin titreşimiyle sarsılıyordu. Kadın hızlıydı, ama Wei Lian bir avcıydı. İplikleri, kadının bileklerine dolandı, onu bir an için sabitledi. Ama kadın, bir çığlıkla Kan Qi’sini patlattı; kırmızı sis, iplikleri dağıttı ve Wei Lian’ı bir rafa savurdu.

Toz bulutları arasında nefes alırken, Wei Lian’ın gözleri kadının kolyesine takıldı: kırmızı bir ejderha, içinde “kader” hanzi’siyle. Cesedin yanındaki parşömenle aynı semboldü. Bu, bir tesadüf olamazdı. “Baek Ryu kim?” diye sordu Wei Lian, nefes nefese, ipliklerini yeniden çağırırken.

Kadın sırıttı, dişleri kanla lekeli. “Baek Ryu, kanın gölgesi. Senin sırrını biliyor, gölge avcısı. Ve o, kaderini yazacak.” Sözleri, bir kehanetin yankısı gibi kütüphanede yankılandı. Ama tam Wei Lian ipliklerini savuracakken, bir siren sesi geceyi yırttı. Polis ışıkları, kütüphane bölgesinin girişinde belirdi. Hye-jin’in ekibi, yine çok yakındı.

Kadın, gölgelerde kaybolurken son bir fısıltı bıraktı: “Kader seni bulacak, gölge avcısı. Ve Baek Ryu, onun kalemini tutuyor.” Wei Lian, dişlerini sıktı; Kan Qi’si, damarlarında çıldırıyordu, onu daha fazla kana çağırıyordu. Ama sirenler yaklaşıyordu. İpliklerini geri çekti, kütüphanenin çatısına sıçradı ve karanlığa karıştı. Ancak zihninde, kadının kolyesindeki “kader” hanzi’si bir şifre gibi parlıyordu. Kızıl Tarikat, bir tarikat değil, bir labirentti. Ve Wei Lian, onun kalbine doğru çekiliyordu.

Bölüm Sonu

Yorumlar

(0)

Bölüm Nasıldı?

0 yanıt
Beğenim
0
Sinir Bozucu
0
Mükemmel
0
Şaşırtıcı
0
Sakin Olmalıyım
0
Bölüm Bitti
0

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!