Bölüm 5
Bölüm 5
Yaklaşık bir hafta geçmişti. Akşam olmuş, ekip yine bardaydı.
Kozuki, loş ışıklı, dağınık odasında horul horul uyuyordu. Odanın içinde, bir zamanlar içilen viskilerin ve eski ahşap mobilyaların yaydığı kokular hala dolaşıyordu. Hava, sanki yıllardır açılmamış bir geçmişin ağırlığını taşıyordu.
Kapı sessizce aralandı. Gülümseyen Irva, elindeki yastığı tam nişan alarak Kozuki’nin suratına fırlattı.
“Uyan Kozuki! Karnımız zil çalıyor! Yemek hazırla!” diye bağırdı. Ardından kahkahası kapının çerçevesinde yankılandı.
Kozuki, yorganın altından yavaşça doğruldu. Gözlerini ovuşturdu ve başını yastıktan kaldırarak homurdandı:
“Yine mi sen ya? İyice mesken tuttunuz burayı.”
Irva omuz silkti ve alaycı bir edayla cevapladı:
“Ne yapalım, burada yaşamak çok keyifli çünkü.”
Kozuki gülümser gibi oldu ama güzel gülüşü, yüzündeki yorgunluk ve sertlikten ötürü eksik kalıyordu.
Barın mutfağında, Miyamoto, Haruki ve Kisaragi sohbet ediyorlardı. Masanın üstü, bitmiş yemeklerin artıkları ve boş içki bardaklarıyla doluydu. Loş ışık, ortamın yorgun ve samimi havasına eşlik ediyordu.
Kozuki içeri girdiğinde gözleri hemen Kisaragi’ye takıldı. Gözlerini devirdi, kaşlarını çattı ve burun kıvırır gibi konuştu:
“Bu tip de mi hala burada?”
Miyamoto, ağzı doluyken cevaplamaya çalıştı:
“Ama harbi çok iyi biri bak… Bir şans versen?”
Kozuki, kolunu umursamazca sılktı ve koltuğa doğru yürüdü. Rahat deri koltuğuna oturup ayak ayak üstüne attı. Haruki’ye bakarak alaycı bir ifadeyle konuştu:
“Haruki’den bile beklerdim ama senden beklemezdim be.”
Haruki neye uğradığını anlamadan sert bir bakış fırlattı. Gözlerinden siniri okunuyordu.
Kozuki ise, parmaklarını saçlarının arasına daldırıp, kaşıyarak uykulu halini dağıtırken söylendi:
“Yemek varsa bana da hazırlayın. Karnım kazınıyor.”
Irva ve Kisaragi mutfağa geçerken sessizce konuşuyorlardı. Haruki gülümseyerek seslendi:
“Mutfağımı çok dağıtmayın.”
Söyledikleri çok açıktı; ima dolu bir şakaydı bu. Irva, kaşlarını oynatarak cevap verdi. Kisaragi ise gülümsemekle yetindi.
Mutfağın içinde şanş eseri hala sağlam kalmış bir tencere, bir kaç çatal ve köşe başına sıkışmış yarım soğan vardı. Irva ve Kisaragi birlikte yemek yaparken, göz göze geldiler, ikisinin de gözlerinde aynı anda gülen bir parıltı vardı.
Barın duvarları, çatlıklı boyaları ve sarı ampulüyle gecenin ilerisine bir sessizlik çağrısı yapıyordu. Bu, fırtınanın öncesindeki son sessizlikti belki de…
Ve bardaki bu an, ekibin bir daha asla aynı olmayacak zamanlara yelken açmadan önceki son dinginliğiydi.
Mutfağın loş ışığı altında Kisaragi, tencereyi karıştırıyordu. “Abi, barda yaşamak güzel olmalı ha. Bu arada eski evin neredeydi?”
Kozuki’nin bakışları bir an boşluğa kaydı. Miyamoto hemen araya girdi, parmağını Kisaragi’nin dudaklarına koyarak: “Şşş…”
Kozuki içinden geçirdi: “Ben bu çocuğu harbi…”
Odaya hafif bir sessizlik çöktü. Gülümsemeler yarım kaldı.
Tam o anda televizyon sesi yükseldi:
“İnsanların yeni öncüsü Kozuki hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Kozuki’nin gözleri ekrana kaydı ama zihni orada değildi. Bakışı boştu. Kisaragi bir anda ortadan kayboldu.
Televizyonda yaşlı bir kadın konuşmaya başladı:
“Kisaragi… ah benim evladım. Umarım bir gün onunla tanışırım.”
Kamera sağa kaydı. Kisaragi, kadının yanında belirdi. Elini nazikçe tuttu, öptü. Sonra masasındaki çayı çaktırmadan alıp tekrar bara ışınlandı.
Çayı kafasına diktikten sonra Kozuki hafifçe gülümserken, Miyamoto kahkahaya boğuldu.
Haruki sordu: “Bıyıklarını kesmeyi ne zaman düşünüyorsun?”
İrva da katıldı: “Harbi ya, bıyıksız nasılsın acaba?”
Kozuki ciddi bir ifadeyle cevapladı: “Asla kesmem.”
Kisaragi meydan okudu: “İddiaya giriyoruz! Kaybedersen keseceksin.”
Kozuki başını salladı: “Asla olmaz.”
Irva bir kek fırlattı. Kozuki’nin iç sesi yankılandı: “Çocuk bunlar…”
Miyamoto uzaktan Kozuki’ye baktı: “Ne kadar güler gibi yapsa da… içini yediğini görebiliyorum.”
Bir süre sonra Haruki sordu:
“Sen niye kullanmamak için bu kadar ısrarcısın?”
Ardından ekledi: “İkarus’un kanatlarını biliyor musun?”
Herkes birbirine baktı. Kisaragi gülümseyerek, “Aman neyse. Çok felsefi. Elbet sen de kullanacaksın,” dedi.
Haruki gözlerini devirdi: “Bilmem. Her an her şey olabilir.”
Kahkahalar yeniden yükselirken, o anda Irva’nın eli titredi. Tuttuğu bardak elinden kaydı, yere düştü ve kırıldı.
Irva, “Kusura bakmayın…” dedi, titrek bir sesle.
Bir anda yok olmuştu. Ne ışık parlamıştı, ne ses çıkmıştı. Sadece yokluk kalmıştı geride.
Sahil – Gece
Kisaragi İrvanın nereye gittiğini bildiğini söyleyerek gözden kayboldu
Kisaragi, İrva’yı sahilde, bir palmiyenin üzerine tırmanmış hâlde buldu. Ay ışığı, Irva’nın teninde soğuk bir sükûnet gibi duruyordu. Kumlar nemliydi, rüzgâr hafifti.
“Orada ne yapıyorsun?” diye sordu Kisaragi, sesini yükseltmeden.
Irva cevap vermedi. Sadece omzunu silkeledi. Kisaragi hızlıca İrvayı aldı ve Sahil kenarına getirdi
Ayakları yere değer değmez Irva ona sarıldı. Sanki içindeki duvar bir anda yıkılmıştı. Sessizce ağlıyordu.
“Bu senin suçun değil,” dedi Kisaragi, yanağını okşayarak. Gözleri yumuşaktı ama bakışlarının ardında saklanan bir keskinlik de vardı.
İkisi birlikte kumlara oturdu. Gökyüzünde dolunay, okyanusla birleşen ufku aydınlatıyordu.
Kisaragi gözlerini Irva’dan ayırmadan içinden geçirdi:
“Bu karanlıkta bile ışık bulabiliyorsam… sebebi o.”
Barın içi sessizdi. Kozuki bir süre tavana bakarak durdu. Miyamoto, Irva’nın yok oluşunun ardından derin bir nefes aldı. Haruki, hâlâ yaşananları sindirmeye çalışıyor gibiydi.
“Çok yakışıyorlar,” diye fısıldadı Haruki.
Kozuki ters ters baktı:
“Salak, baş başayız. Niye fısıldıyorsun?”
Haruki ardından sert bir ses tonuyla
“Yakışıyorlar ama Bu kız dengesiz. Güvenmekte zorlanıyorum. Bela olabilir.” dedi.
Kozuki, Haruki’ye kısa bir duraksamayla baktı:
“En çok ona güvenirim.”
Ardından Kisaragi ve İrva geri geldi
Irva, Kisaragi’ye Sarılmayı bıraktı. Derin bir nefes aldı ve ardından Kozuki’ye döndü, sandalyeye oturdu. Başını eğmişti, parmaklarını birbirine doluyordu.
“Yıllar önce… annem bu gücü kullandığı için onu öldürmem gerekmişti.”
Sözler barı doldurdu. Miyamoto irkildi.
“Ne diyorsun sen?!”
Haruki’nin gözleri büyüdü. İç sesi yankılandı:
“Bir saniye… O zaman benim de kullanma ihtimalim var.”
Kozuki sessizce dinliyordu. Kürdan hâlâ ağzındaydı. Gözleri uzak bir noktaya dalmıştı.
Irva’nın parmaklarını avuç içine bastırmaktan kan sızmaya başlamıştı.
“Devlet onu öldürmemi söyledi,” dedi Irva. “Mermiler işe yaramıyordu. Kaçıyordu. Zamanla tanınmaz hâle geldi. Gözleri boşlukta kaybolmuştu. Annemi kendi ellerimel zehirleyerek öldürmem gerekmişti” der.
Haruki yüzünü çevirdi. Sırtını döndü. Omuzları hafifçe titriyor burnunu çekiyordu.
Bir anda Kozuki ağlamaya başladı, kafasını eğerek ağladığını gizlemeye çalıştı.
Miyamoto, tereddütsüz ardından gitti.
Kozuki dizlerinin üstünde çökmüştü. Elleriyle yüzünü kapamış, nefesi düzensizleşmişti. Dudaklarından neredeyse anlaşılmayan bir fısıltı döküldü:
“O orospu çocuğu olmasaydı… herkes görevini yapsaydı hiçbir şey olmayacaktı…”
Yumruğunu kaldırdı ve barın dışındaki metal tabelaya yumruk attı. Tabela devrildi, bir gürültü kopardı. Kafasını taş duvara yaslayıp duvara yumruk attı. Yaşları yanağından hafifçe akarken yutkunamadan
“Ben orada ölmeliydim” dedi
Sesi boğuktu. İçinde sakladığı her şey dışarı taşmıştı.
Miyamoto hızla yaklaştı. Kozuki’yi omuzlarından tutup kendine döndürdü.
Sonra bir tokat attı sinirli bir şekilde
Geçmişte yaşamaya devam edersen kendi sonunu getirirsin! Her şeyi değiştireceğiz kardeşim, diyerek ayağa kalkmasını söyledi
Kozuki gözlerini yere dikti. Dudakları kıpırdadı.
“Geleceğim…”
Ve ışınlandıı.
Miyamoto İçeri geri döndüğünde Irva hemen yanına geldi. Yüzünde endişe vardı.
“Ne oldu size? İyi misiniz?”
“Her şey iyi…” dedi Miyamoto. Ama sesi, eskisi kadar parlak değildi. Göz yaşını sildi
Kozuki arkasından geldi. Elinde yırtık bir fotograf vardı, fotografı tüm gücüyle tezgaha vurdu.
“Artık bir şeyler değişecek.”
Gülümsedi. Ama bu gülümsemede ölü bir dinginlik vardı.
Fotoğraftaki yüz… Ülkenin başkan’ınındı
Yorumlar
(0)Bölüm Nasıldı?
Yorum yapmak için lütfen giriş yapın.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!