Bölüm 5: Gölgeler Akademisi
Bölüm 5: Gölgeler Akademisi
Mağaranın tünelleri, Sylas Morvaen’in ayaklarının altında sonsuz bir labirent gibi uzanıyordu. Kael Mordane önde yürüyordu, mekanik zırhının uğultusu, taş duvarlarda yankılanıyordu. Her adımda, zırhındaki Umbrael rünleri hafifçe parlıyor, mağaranın kaotik mana titreşimleriyle dans ediyordu. Sylas, Lirian’ın elini hâlâ sıkıca tutuyordu, ama kızın nefesi, korku ve yorgunlukla düzensizdi. Göğsündeki yara, her hareketinde bir bıçak gibi saplanıyordu, ama Sylas, acıyı bastırdı. Thazarun’un fısıltısı, zihninde bir gölge gibi dolaşıyordu, ve Kael’in sözleri—“kurtarıcı ya da yok edici”—hâlâ kulaklarında çınlıyordu.
“Ne kadar uzak?” diye sordu Sylas, sesi kuru ama keskin. Kael’e güvenmiyordu, ama şu an başka seçeneği yoktu. Aetherion askerleri, mağaranın girişini gölgelerle mühürleyen rünler sayesinde onları takip edemiyordu, ama bu geçici bir rahatlama gibi hissettiriyordu. Thazarun’un kırmızı gözleri, Sylas’ın zihninde hâlâ parlıyordu.
Kael, başını çevirmeden cevap verdi. “Yakın. Gölgeler Akademisi, Ley Çatlağı’nın kalbindedir. Mana hatlarının kesiştiği yerde.” Mekanik kolunu kaldırdı, ve zırhındaki bir rün, tünelin karanlığını aydınlattı. Işık, duvardaki eski Umbrael yazıtlarını ortaya çıkardı—kıvrımlı, dikenli semboller, gölge büyüsünün izlerini taşıyordu, ama kaotik mananın mor parıltısıyla lekelenmiş gibiydi.
Lirian, asasını göğsüne bastırarak, “Bu yer… güvenli mi?” diye sordu. Sesi titriyordu, ama gözlerinde bir merak parıltısı vardı. “Akademi’de, Gölgeler Akademisi’nden bahsederlerdi. Ama… bir efsane gibi. Yasak bir yer.”
Kael, hafif bir gülümsemeyle döndü, ama bu gülümseme, neşeden çok yorgunluk taşıyordu. “Efsaneler, gerçeğin gölgesidir, Aetherian yavrusu. Gölgeler Akademisi, Umbrael’in son sığınağıydı. Aetherion kuleleri yükselmeden önce, gölge büyücüleri burada eğitilirdi. Ama şimdi…” Duraksadı, gözleri Sylas’a kaydı. “Şimdi, sadece bizler var. Dışlanmışlar. Kaçaklar. Ve sen.”
Sylas, kaşlarını çattı. “Ben mi?” Sesinde bir alay vardı, ama içinde bir huzursuzluk kıpırdanıyordu. Gölgeler Akademisi. Bu isim, hafızasında bir yankı uyandırıyordu, ama bulanık, ulaşılmaz bir anı gibiydi. Yanan bir şehir, çığlıklar, ve bir kızın gözleri—her şey, bir sis perdesinin ardında kayboluyordu. Kolundaki yanık izi, bir alev gibi parladı, ve Thazarun’un fısıltısı, yine yükseldi: “Benimsin.” Sylas, başını salladı, sesi susturmaya çalıştı.
Tünel, aniden genişledi, ve önlerinde bir manzara açıldı. Bir yeraltı kubbesi, devasa ve karanlık, mana hatlarının mor-mavi parıltısıyla aydınlanıyordu. Kubbenin merkezinde, taş bir platform yükseliyordu, etrafı rünlerle çevrili. Platformun üzerinde, bir bina—ya da bir zamanlar bina olan bir şey—yarı yıkık, yarı canlı gibi duruyordu. Duvarları, sanki bir organizma gibi nabız atıyordu, ve gölgeler, yüzeyinde dalgalanıyordu. Gölgeler Akademisi.
Sylas, bir an durdu, nefesini tuttu. Bu yer, hem tanıdık hem yabancıydı. Kalbi, göğsünde sıkıştı, ama nedenini bilemiyordu. Lirian, onun yanına yaklaştı, asasından sızan zayıf ışık, yüzünü aydınlattı. “Bu… inanılmaz,” diye fısıldadı. “Ama… yanlış hissettiriyor.”
Kael, platforma doğru yürüdü, mekanik adımları taş zeminde yankılandı. “Yanlış mı? Belki. Ama burası, Umbramund’un kalbi. Mana hatlarının doğduğu yer. Ve Thazarun’un uyuduğu yer.” Sözleri, Sylas’ın tüylerini diken diken etti. Thazarun. O kırmızı gözler, bir an için zihninde parladı, ama Sylas, bu görüntüyü bastırdı.
“Thazarun burada mı?” diye sordu, sesi soğuk. “Bizi neden buraya getirdin, Ferrakin?”
Kael, durdu, ama dönmedi. “Çünkü sen, onunla yüzleşmeden Yasaklı Bilgelik’i anlayamazsın. Ve dünya, senin anlamana ihtiyaç duyuyor.” Mekanik kolunu kaldırdı, ve platformun etrafındaki rünler, bir anda parladı. Gölgeler, kubbenin içinde dans etmeye başladı, sanki bir şey uyanıyordu.
Lirian, asasını daha sıkı kavradı. “Bu… güvenli değil,” dedi, sesi panikle doluydu. “Mana… çok kararsız. Akademi’de bize öğrettiler, kaotik mana—”
“Akademi’nin yalanları,” diye kesti Kael, sesi sert. “Gök büyüsü, sizi kör etti. Kaotik mana, güçtür. Ama kontrol edilmesi gerekir. Ve sen, Sylas Morvaen, bunu yapabilecek tek kişi olabilirsin.” Bakışları, Sylas’a kilitlendi, ve o an, Ferrakin’in gözlerinde bir şey parladı—umut mu, korku mu, Sylas emin olamadı.
Sylas, bir adım attı, ama kolundaki yanık izi, bir kez daha alev aldı. Acı, onu sendeletti, ve bir an için, gölgeler etrafında kıvrıldı. Thazarun’un sesi, zihninde yükseldi: “Beni reddetme. Gücü al.” Sylas, dişlerini sıktı, ama bu sefer, gölgeler ona itaat etti. Bir an için, platformun kenarında, gölgeler bir hançer şekline büründü, elinde parladı. Ama bu, onun iradesi değildi. Thazarun’undu.
“Hayır,” diye hırladı Sylas, hançeri yere fırlattı. Gölgeler, dağıldı, ama yanık izi, hâlâ nabız atıyordu. “Ben senin oyuncağın değilim.”
Kael, ona yaklaştı, mekanik kolunu omzuna koydu. “Thazarun, seni seçti, Sylas. Ama bu, onun kölesi olman gerektiği anlamına gelmez. Gölgeler Akademisi’nde, kontrolü öğrenebilirsin. Yasaklı Bilgelik’i… ve kendini.”
Lirian, bir adım attı, asasından sızan ışık, platformu aydınlattı. “Sylas, ona güvenmeli miyiz?” Sesi, korku ve kararlılık arasında bir yerlerdeydi. “Bu yer… bu rünler… Aetherion, burayı yok etmek isterdi.”
Sylas, Lirian’a baktı. Kızın gümüş saçları, mana parıltısında dans ediyordu, ve gözleri, bir Aetherian’ın mavi parıltısıyla yanıyordu. Ama o gözlerde, korkudan daha fazlası vardı. Bir inanç. Sylas, ona neden güveniyordu? Bilmiyordu. Ama o an, kızı korumak, kendi hayatını korumaktan daha önemli hissettiriyordu.
“Güvenmek zorunda değiliz,” dedi Sylas, Kael’e dönerek. “Ama bir hançer bulmam lazım. Ve cevaplar.” Gözleri, platformun üzerindeki yıkık binaya kaydı. Gölgeler, orada daha yoğundu, sanki bir şey onları çağırıyordu.
Kael, başını salladı. “Cevaplar, içeride. Ama uyarayım, Gölge Büyücüsü. Burası, sadece bir okul değil. Bir mezar. Ve Thazarun, hâlâ burada.”
O an, kubbenin taş zemini titredi. Rünler, bir anda alev aldı, ve gölgeler, platformun etrafında bir fırtına gibi dönmeye başladı. Lirian, bir çığlık attı, asasını kaldırdı, ama ışık, gölgeler tarafından yutuldu. Sylas, kızı kendine çekti, ama gözleri, binanın karanlık girişine kilitlendi. Orada, gölgelerin içinde, bir siluet belirdi. Uzun, dumanlı, ve kırmızı gözlerle parlayan.
Thazarun.
“Sylas Morvaen,” diye fısıldadı ses, bu sefer sadece zihninde değil, havada. “Gücü al. Ya da yok ol.”
Sylas, dişlerini sıktı, kolundaki yanık izi alev aldı. Ama bu sefer, geri çekilmedi. O bir Umbrael’di. Ve Umbrael’ler, teslim olmazdı.
Yorumlar
(0)Bölüm Nasıldı?
Yorum yapmak için lütfen giriş yapın.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!