Bölüm 8: Zincirin Kırılışı
Bölüm 8: Zincirin Kırılışı
Gölgeler Akademisi’nin salonu, Sylas Morvaen’in etrafında bir fırtına gibi dönüyordu. Elindeki gölge hançeri, siyah bir duman gibi titreşiyordu, ucu Kael Mordane’e doğrultulmuştu. Ferrakin, diz çökmüş haldeydi, mekanik zırhı gölgelerle kaplanmıştı, ve gözlerinde, Thazarun’un kırmızı parıltısı yanıyordu. Sylas’ın kolundaki yanık izi, bir alev gibi parlıyordu, ve tanrının sesi, zihninde yankılanıyordu: “Vur. Onu benim için yok et.” Ama Sylas, duraksadı. Bu, onun iradesi değildi. Kimsenin değildi.
Lirian, bir adım gerideydi, asası hâlâ mavi bir ışık sızdırıyordu, ama elleri titriyordu. “Sylas, dur!” diye bağırdı, sesi panikle doluydu. “O… o Thazarun değil. Sadece… etkilenmiş.”
Sylas, dişlerini sıktı. Lirian haklı mıydı? Kael’in mekanik kolları, kendi iradesi dışında kıpırdanıyordu, zırhındaki Umbrael rünleri, kaotik mananın mor parıltısıyla dans ediyordu. Ama tanrının sesi, Sylas’ın zihninde ısrar ediyordu: “Vur. Gücü al.” Sylas, hançeri daha sıkı kavradı, ama vurmadı. Gözleri, Kael’in yüzüne kilitlendi. Ferrakin’in gözlerinde, kırmızı parıltının altında, bir mücadele vardı—kendi mücadelesi.
“Hayır,” diye hırladı Sylas, sesi bir bıçak gibi keskin. Hançeri indirdi, ama hazırda tuttu. “Thazarun, seni bırakmayacak, değil mi? Rünler… seni bağlamış.”
Kael, sendeleyerek ayağa kalkmaya çalıştı, mekanik kolları taş zemine dayandı. “Rünler… evet,” dedi, sesi boğuk ve metalik. “Umbrael’den aldım, ama Thazarun… onları kullandı. Sen… mühürü kırabilirsin. Yasaklı Bilgelik’i kullan.”
Lirian, öne çıktı, asasını Kael’e doğrulttu. Mavi ışık, Ferrakin’in zırhına değdi, ve bir an için, gölgeler geri çekildi. “Nasıl?” diye sordu, sesi kararlı ama titrek. “Sylas, bunu yapabilir misin?”
Sylas, bir an sustu. Mührü kırmak. Bu, Thazarun’un istediği şeydi. Ama Kael, eğer doğruyu söylüyorsa, belki de tek çıkış yoluydu. Kolundaki yanık izi, nabız gibi atıyordu, ve Sylas, bir kez daha, gölgelerin ona itaat ettiğini hissetti. “Deneyeceğim,” dedi, sesi soğuk. Hançeri kaldırdı, ama bu sefer, Kael’e değil, kendi koluna doğrulttu. Yanık izine.
“Hayır!” diye bağırdı Lirian, ama Sylas, onu durdurmadı. Hançer, deriye değdi, ve bir acı dalgası, vücudunu sardı. Gölgeler, etrafında bir fırtına gibi yükseldi, ve Thazarun’un sesi, bir kükreme gibi yankılandı: “Evet! Kır mühürü. Güç, senin olsun.”
Ama Sylas, acıya rağmen, durmadı. Hançer, izi yardı, ve kan, taş zemine damladı. Yanık izi, bir anda parladı, ve Gölge Rünü, mühürün altından ortaya çıktı—siyah, kıvrımlı, ama kaotik manayla lekelenmiş. Salon, bir deprem gibi sarsıldı, ve Kael’in zırhı, gölgelerle kaplandı. Ferrakin, bir çığlık attı, mekanik kolları, kendi kendine hareket etti.
Sylas, diz çöktü, acı, onu kör ediyordu. Ama zihninde, bir netlik belirdi. Hafızası, bir sel gibi aktı: Umbrythar’ın düşüşü, lonca görevi, küçük kızın gözleri. O kız, bir Aetherian değildi—sadece masum biriydi. Lonca, onu öldürmesini emretmişti, çünkü Thazarun, her şeyi yok etmek istiyordu. Ama Sylas, reddetmişti. Ve mühür, o an konulmuştu—kendi halkı tarafından, onu korumak için.
“Sen… sen benim değilsin,” diye hırladı Sylas, sesi acı dolu. Rün, kolunda parladı, ve gölgeler, ona itaat etti. Bu sefer, tam olarak. Salonun gölgeleri, Kael’e doğru aktı, Ferrakin’in zırhını sardı. Kael, sendeledi, ama bu sefer, mücadele etti. “Evet… yap bunu,” diye mırıldandı, sesi kendi gibiydi.
Lirian, asasını kaldırdı, mavi ışık, gölgelere karıştı. “Sylas, dikkat et! Thazarun, seni de alacak!”
Ama Sylas, durmadı. Gölgeler, Kael’in zırhındaki rünleri emdi, ve bir an için, tanrının kırmızı gözleri, Ferrakin’in gözlerinde parladı. “Aptal Umbrael,” diye kükredi Thazarun, sesi salonda yankılandı. “Gücü reddedersen, her şeyi kaybedersin.” Gölgeler, bir dalga gibi yükseldi, ve Sylas’ı yutmaya çalıştı.
Sylas, dişlerini sıktı, rünü daha da zorladı. Acı, vücudunu sardı, ama bu sefer, güç de geldi. Gölgeler, onun iradesine boyun eğdi, ve Thazarun’un sesi, bir fısıltıya dönüştü. Kael, nihayet ayağa kalktı, zırhı, gölgelerden arınmıştı. Umbrael rünleri, solmuştu, ama Ferrakin, nefes nefese duruyordu. “Teşekkürler… Gölge Büyücüsü.”
Salon, bir anda sessizleşti. Sylas, dizlerinin üzerine çöktü, kolundaki rün, artık mühürsüz parlıyordu. Kan, zemine damlıyordu, ama acı, yavaşça azalıyordu. Lirian, yanına koştu, asasını koluna dayadı, mavi ışık, yarayı sardı. “Aptal,” diye fısıldadı, ama sesinde bir rahatlama vardı. “Neden kendini yaraladın?”
Sylas, ona baktı, gri gözleri, yorgun ama kararlıydı. “Çünkü mühür, bendeydi. Ve Thazarun, onu kullanıyordu.” Rüne dokundu, ve gölgeler, bir an için, elinde dans etti. Bu sefer, kendi gücüydü.
Kael, sendeleyerek yaklaştı. “Sen… başardın. Yasaklı Bilgelik, artık senin. Ama Thazarun, hâlâ burada. Onu tamamen kovmak için, daha derinlere gitmeliyiz.”
Sylas, ayağa kalktı, hançeri hâlâ elinde. “Derinlere mi? Bu yer, bir mezar. Ve sen, Ferrakin, hâlâ sırlarını saklıyorsun.”
Kael, bir an sustu, sonra mekanik kolunu kaldırdı. Salonun diğer ucunda, bir kapı belirdi—gölgelerden oyulmuş, yüzeyinde rünler dans ediyordu. “Gerçeği orada bulacaksın. Umbrael’in son sırrı. Ama uyarayım, Sylas Morvaen. Bu, seni değiştirecek.”
Lirian, Sylas’ın kolunu tuttu, gözleri endişeliydi. “Birlikte mi?”
Sylas, başını salladı, ama gözleri, kapıya kilitlenmişti. Gölgeler, orada daha yoğundu, ve bir fısıltı, hâlâ zihninde yankılanıyordu. Thazarun gitmemişti. Sadece bekliyordu.
Yorumlar
(0)Bölüm Nasıldı?
Yorum yapmak için lütfen giriş yapın.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!