Gizli Bıçağın Kanı – Bölüm 1: Neon Altındaki Gölgeler
Gizli Bıçağın Kanı – Bölüm 1: Neonun Şifresi
Kyongseong, neon ışıklarının bir tapınak gibi yükseldiği, gökdelenlerin gölgesinde sırların fısıldadığı bir labirentti. Yağmur, dar bir sokağın taşlarına düşerken, her damla, şehrin gizli alfabesinden bir harfi yansıtır gibiydi. Wei Lian, siyah ceketinin yakasını kaldırarak suç mahallinin eşiğinde duruyordu. Sol bileğindeki kırmızı taşlı bileklik, neonların titreşen ışığında bir kalp atışı gibi yanıp sönüyordu. Kehribar gözleri, yerde yatan cesede kilitlenmişti; kan, yağmur suyuyla karışarak sokağın taşlarında kırmızı bir mürekkep gibi akıyordu, sanki bir mesaj yazmak istercesine.
Ceset, Park Min-soo’ya aitti. Otuz dört yaşında, yeraltı dünyasının gölgelerinde dans eden bir figür. Boğazı, tek bir kesikle açılmıştı, ama yara, hiçbir bıçağın izini taşımıyor gibiydi. Wei Lian, eğilip cesedin boynundaki yaranın kenarlarını inceledi. Kesik, kusursuzdu—cerrahi bir hassasiyetle yapılmış, ama içinde başka bir şey saklıydı. Kan, doğal bir akışla değil, sanki bir güç tarafından çekilmiş gibi donmuştu. Wei Lian’ın damarlarında, Kan Qi’sinin tanıdık titreşimi uyandı, bir avcının içgüdüsü gibi. Bu, bir Kan Kutsayıcısı’nın işiydi. Ve Gölge Kodu’nun kadim yasalarına göre, bu onun avıydı.
Hye-jin, polis kordonunun ötesinden yaklaştı, deri ceketinin fermuarı yağmur damlalarıyla parlıyordu. “Yine aynı,” dedi, sesinde hem öfke hem de bir bulmacayı çözme arzusu. “Üçüncü cinayet, aynı desen: boğazda kesik, ama bıçak izi yok. Sanki bir gölge geçmiş, kanı içmiş gibi.” Gözleri, Wei Lian’a kaydı, keskin bir zekâyla parlıyordu. “Ne düşünüyorsun, Wei?”
Wei Lian, gözlerini cesetten ayırmadan, “Kesik… doğal değil,” dedi, sesi sakin ama içinde bir fırtına dönüyordu. “Sanki bir ritüel.” Kelimeleri, gerçeğin sadece bir parçasını ima ediyordu. Kan Qi’si, bu cinayeti bir sanat eserine dönüştürmüştü, ama bu sanatı yalnızca bir Kutsayıcı anlayabilirdi. Hye-jin’in zihni, bir dedektifin mantığıyla çalışıyordu, ama Wei Lian’ın sırrına henüz ulaşamazdı. Ya da, Wei Lian öyle umuyordu.
Kyongseong Polis Teşkilatı, Adli Tıp Laboratuvarı – Şafak Vakti
Laboratuvar, floresan ışıkların soğuk gölgesinde bir mabetti; cam tüpler ve ekranlar, gerçeğin şifresini çözmek için bir araya gelmiş rahipler gibiydi. Wei Lian, mikroskop altında Park Min-soo’nun kan örneğini inceliyordu. Ekranda, kırmızı hücreler arasında ipliksi, neredeyse canlı bir yapı belirdi. Sıradan bir göz için bu, bir anomaliydi; ama Wei Lian için, Kan Qi’sinin imzasından başka bir şey değildi. Hücreler, sanki görünmez bir el tarafından parçalanmış gibiydi, bir gücün gölgesi tarafından yutulmuşçasına.
Hye-jin, laboratuvarın kapısında belirdi, elinde bir dosya, kaşlarında bir dedektifin kararlılığı. “Kimliği doğruladık,” dedi, dosyayı masaya bırakırken. “Park Min-soo. Uyuşturucu, şantaj, yeraltı pazarında kirli işler. Ama bu cinayet, diğerleriyle aynı. Çok… temiz. Sanki biri bir mesaj bırakıyor.”
Wei Lian, mikroskoptan başını kaldırdı, gözleri Hye-jin’in yüzünde bir an duraksadı. Onun zekâsı, bir labirentin anahtarını arayan bir kâşif gibiydi. “Mesaj mı?” diye sordu, sesi sakin ama merakla yüklü. “Ne tür bir mesaj?”
Hye-jin omuz silkti, ama gözlerinde bir şüphe parıltısı vardı. “Bilmiyorum. Ama bu cinayetler, rasgele değil. Bir desen var, Wei Lian. Ve ben o deseni çözeceğim.”
Wei Lian, içinden bir gölgenin geçtiğini hissetti. Hye-jin’in kararlılığı, onun gölgelerdeki hayatını tehdit ediyordu. Ama aklı, başka bir yere kaydı. Park Min-soo’nun dosyasında bir detay gözüne çarptı: bir iş anlaşması, Kızıl Tarikat’ın adıyla işaretlenmiş. Küçük, göze batmayan bir not, ama Wei Lian’ın zihninde bir kıvılcım yaktı. Kızıl Tarikat. Çocukluğunun kâbusu, ailesinin kanıyla yazılmış bir isim. Ama bu, sadece bir ipucuydu. Henüz değil.
“Testleri bitirelim,” dedi Wei Lian, sesi bir maske gibi düz. “Kan, bize daha fazlasını söyleyebilir.”
Gece, Kyongseong’un Yeraltı Pazarı
Yeraltı pazarı, bir kaos tapınağıydı. Neon ışıklar, baharat kokuları ve çalıntı büyülü eserlerin titreşimleri havayı dolduruyordu. Wei Lian, kapüşonlu siyah ceketiyle gölgelerin arasında kayıyordu, Kan Qi’si parmaklarının ucunda hazır bekliyordu. Soo-min’in gönderdiği mesaj, onu buraya çekmişti: “Katil, pazarda. Kırmızı pelerinli bir gölge. Dikkatli ol.” Wei Lian’ın gözleri, kalabalığı taradı, kehribar bakışları bir avcının keskinliğiyle parlıyordu.
Birden, kalabalığın arasında bir hareket yakaladı. Kırmızı bir pelerin, neon ışıkların altında bir an parlayıp gölgelerde kayboldu. Kan Qi’si, damarlarında bir şarkı gibi yükseldi. Av, başlamıştı.
Kyongseong’un yeraltı pazarı, neon ışıkların altında bir kaos katedraliydi. Dar koridorlar, baharat kokularıyla, çalıntı büyü tılsımlarının metalik çınlamalarıyla ve yasak teknolojinin vızıltısıyla doluydu. Wei Lian, siyah kapüşonlu ceketinin gölgesinde süzülüyordu; her adımı, bir tapınağın kutsal taşlarında dans eden bir rahip kadar sessizdi. Sol bileğindeki kırmızı taşlı bileklik, Kan Qi’sinin ritmiyle titreşiyordu, sanki bir şifre çözülmeyi bekliyordu. Kehribar gözleri, kalabalığı tararken, avcının içgüdüsüyle parlıyordu. Kırmızı pelerinli gölge, pazarın labirentinde bir an görünüp kaybolmuştu, ama Wei Lian onun izini sürmüştü. Kan, kanı çağırırdı.
Bir antika silah tezgâhının önünde, kırmızı pelerinli figür duraksadı. Kapüşon, yüzünü gölgeliyordu, ama elindeki hançer neon ışıkta parıldıyordu. Hançerin sapında, kıvrımlı bir ejderha motifi, kan kırmızısı bir mühür gibi duruyordu—Kızıl Tarikat’ın sembolü. Wei Lian’ın kalbi, bir an için çocukluğunun yangınla dolu anılarına kaydı: alevler, çığlıklar, ve o ejderha mührünün gölgesi. Ama zihnini susturdu. Gölge Kodu, duygulara yer bırakmazdı.
Wei Lian, gölgelerden sıyrıldı, sesi bir bıçak kadar keskin: “Seninle işim var.” Kapüşonlu figür aniden döndü, gözleri karanlıkta iki kırmızı kor gibi parlıyordu. Bir Kan Kutsayıcı. Ve Wei Lian’ın tahmin ettiğinden daha güçlü. Figür, tek kelime etmeden hançerini savurdu; hava, Kan Qi’sinin titreşimiyle yırtıldı. Wei Lian, bir nefeste geri çekildi, parmaklarından fırlayan kırmızı iplikler bir kalkan gibi örüldü. Hançer, ipliklere çarptı, neon ışıklarında kıvılcımlar saçtı. Kalabalık, tehlikeyi hissedip dağılırken, pazarın kaosu bir çığlıkla yükseldi.
“Kimsin sen?” diye tısladı figür, sesi öfkeli bir mırıltı gibi. Wei Lian cevap vermedi. Gölge Kodu, kelimeleri değil, adaleti emrederdi. Sol elini kaldırdı; Kan iplikleri, bir örümcek ağı gibi yayılarak rakibini sarmaya çalıştı. Ama figür, kendi Kan Qi’sini çağırdı; etrafında kırmızı bir sis yükseldi, iplikleri dağıtırken havayı kan kokusuyla doldurdu. Wei Lian’ın gözleri kısıldı. Bu güç, sıradan bir Kutsayıcı’nın ötesindeydi.
Bir anlık sessizlikte, kapüşon kaydı ve figürün yüzü açığa çıktı: yirmili yaşlarında, soluk tenli bir genç, gözlerinde çaresiz bir öfke. “Beni neden avlıyorsun?” diye bağırdı. “Kızıl Tarikat’ı durduramazsın! Onlar, her şeyi biliyor!” Sesi, bir kehanetin yankısı gibiydi, Wei Lian’ın zihninde bir şifre gibi yankılandı.
Kızıl Tarikat. Bu isim, Wei Lian’ın geçmişinin kilidini açan bir anahtardı. Ailesinin yok oluşu, Baek Ryu’nun gölgesi, ve Kan Qi’sinin laneti—hepsi bu isme bağlıydı. Ama Wei Lian, duygularını bir kafese kilitledi. “Park Min-soo’yu sen mi öldürdün?” diye sordu, sesi soğuk, bir sorgucunun titizliğiyle.
Genç, dişleri kanla lekeli bir sırıtışla yanıt verdi. “Min-soo, bir haindi. Tarikat, hainleri temizler. Ve sen…” Gözleri, Wei Lian’ın kehribar bakışlarına kilitlendi. “Sen, onların listesinin başındasın, gölge avcısı.”
Wei Lian’ın Kan Qi’si, öfkeyle kabardı, damarlarında bir fırtına gibi yükseldi. Listesinin başında. Bu sözler, bir bulmacanın eksik parçası gibiydi, ama şimdi çözmek için vakti yoktu. Kan iplikleri, bir yılan gibi genç adamın bileklerine dolandı, onu yere sabitledi. Adam çırpındı, ama Wei Lian’ın gözleri bir celladın kararlılığıyla parlıyordu. Ancak, bir an için tereddüt etti. Gencin gözlerindeki korku, Wei Lian’ın kendi yansımasını hatırlattı: bir canavarın gölgesinde hapsolmuş bir insan.
Tam iplikler boğaza doğru kayarken, bir siren sesi pazarın kaosunu yırttı. Neon ışıklar, polis araçlarının mavi-kırmızı parıltısıyla kesildi. Hye-jin’in ekibi. Wei Lian, dişlerini sıktı. Zaman tükeniyordu. Kan ipliklerini geri çekti, genci gölgelerde bırakarak bir çatının gölgesine sıçradı. Ama genç, son bir fısıltıyla karanlığı deldi: “Baek Ryu seni bulacak. Ve o, her sırrını biliyor.”
Wei Lian, pazarın çatılarında kaybolurken, Kan Qi’si hâlâ damarlarında çıldırıyordu, onu daha fazla kana çağırıyordu. Hye-jin’in sirenleri yaklaşıyordu, ve Wei Lian, gölgelerin efendisi olsa da, Kyongseong’un neon labirentinde hiçbir sır sonsuza dek gizli kalamazdı.
Bölüm Sonu
Yorumlar
(0)Bölüm Nasıldı?
Yorum yapmak için lütfen giriş yapın.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!