Gizli Bıçağın Kanı – Bölüm 2: Ejderhanın Fısıltısı

9 dakika okuma
1,734 kelime
Ücretsiz Bölüm

Gizli Bıçağın Kanı – Bölüm 2: Ejderhanın Fısıltısı (İlk Yarı)

Kyongseong’un neon ışıklı labirenti, sırların dans ettiği bir satranç tahtasıydı. Şehrin gökdelenleri, geceyi bir yalanla örterken, her gölge bir sırrı fısıldıyordu. Wei Lian, polis teşkilatının adli tıp laboratuvarında, floresan ışıkların soğuk gölgesinde duruyordu. Sol bileğindeki kırmızı taşlı bileklik, Kan Qi’sinin hafif titreşimiyle nabız gibi atıyordu. Zihninde, yeraltı pazarındaki genç Kutsayıcı’nın son sözleri yankılanıyordu: Baek Ryu seni bulacak. Ve o, her sırrını biliyor. Bu sözler, bir şifrenin ilk satırı gibiydi, çözülmesi gereken bir bulmaca.

Masanın üzerinde, yeni bir dosya duruyordu. Sabahın erken saatlerinde, Kyongseong’un eski tapınak bölgesinde başka bir ceset bulunmuştu. Wei Lian, dosyayı açtı ve fotoğraflara göz gezdirdi: bir kadın, otuzlarının ortasında, tapınağın gölgeli avlusunda yatıyordu. Boğazı, tanıdık bir şekilde kesilmişti—bıçak izi yok, kanı sanki bir güç tarafından çekilmiş gibi donmuştu. Ama bu kez, cesedin yanında bir sembol vardı: kırmızı mürekkeple çizilmiş, kıvrımlı bir ejderha, Kızıl Tarikat’ın mührü. Wei Lian’ın parmakları, dosyayı tutarken istemsizce sıkıldı. Bu, bir tesadüf olamazdı.

Hye-jin, laboratuvarın kapısında belirdi, yüzünde bir dedektifin yorgun ama kararlı ifadesi. “Yine aynı,” dedi, sesi keskin bir bıçak gibi. “Ama bu sefer bir fark var, Wei. Cesedin yanındaki o sembol… sanki biri bizimle oyun oynuyor.” Gözleri, Wei Lian’a kilitlendi, sanki onun ruhunu çözmeye çalışıyormuş gibi. “Senin bildiğin bir şey mi var?”

Wei Lian, bakışlarını ekrandaki kan örneğine çevirdi, sakinliğini bir maske gibi korudu. “Sembol, eski bir tarikata işaret edebilir,” dedi, kelimeleri dikkatle seçerek. “Ama henüz emin değilim.” Yalan değildi, ama gerçeğin sadece bir gölgesiydi. Kan Qi’sinin izleri, bu cinayetin bir Kutsayıcı tarafından işlendiğini bağırıyordu. Ve Gölge Kodu, Wei Lian’ı bu avın peşine düşmeye zorluyordu.

Hye-jin, kollarını göğsünde kavuşturdu, kaşları çatık. “Bu cinayetler, Wei. Birbirine bağlı. Park Min-soo, şimdi bu kadın… Kimse bu kadar temiz öldüremez. Bu bir seri katil, ve o sembol, onun imzası.” Sesi, bir bulmacayı çözmeye bir adım kala olan bir kâşifin heyecanıyla doluydu. “Bugün tapınak bölgesine gidiyoruz. Sen de bizimlesin.”

Wei Lian, başını hafifçe eğdi, içindeki avcı uyanırken. Hye-jin’in zekâsı, onun gölgelerdeki sırrına bir tehdit oluşturuyordu, ama aynı zamanda bu cinayet, Kızıl Tarikat’ın gölgesine bir adım daha yaklaştırıyordu. Dosyada bir detay gözüne çarptı: cesedin kimliği, Kim Seo-yeon, bir yeraltı bilgisi tüccarı. Kızıl Tarikat’la bağlantılı bir isim daha. Zihninde, Baek Ryu’nun adı bir gölge gibi belirdi, ama onu susturdu. Şimdilik, avına odaklanmalıydı.

Kyongseong, Eski Tapınak Bölgesi – Öğle Vakti

Tapınak bölgesi, Kyongseong’un neon çağının unuttuğu bir yerdi. Kadim taşlar, gökdelenlerin gölgesinde bir sır gibi duruyordu; her sütunda, asırlık duaların yankıları saklıydı. Wei Lian, polis kordonunun ardında duruyordu, Kan Qi’si çevrede bir titreşim algılıyordu. Ceset, tapınağın avlusunda, lotus çiçekleriyle çevrili bir taş platformun üzerinde yatıyordu. Kim Seo-yeon’un boğazındaki kesik, bir sanatçının fırça darbesi gibi kusursuzdu. Ama Wei Lian’ın gözü, cesedin yanındaki kırmızı ejderha sembolüne takıldı. Mürekkep, hâlâ taze gibiydi, sanki kanla çizilmişçesine.

Hye-jin, yanına yaklaştı, not defteri elinde. “Bu sembol… bir tarikat işareti mi?” diye sordu, sesinde bir dedektifin şüphesi. “Araştırdım, Wei. Kızıl Tarikat diye bir gruptan bahsediliyor, ama resmi kayıtlarda hiçbir iz yok. Sanki bir efsane.”

Wei Lian’ın kalbi bir an için durdu. Hye-jin, çok yaklaşıyordu. “Efsaneler bazen gerçektir,” dedi, sesi sakin ama içinde bir fırtına. “Ama bu sembol, daha fazlasını anlatabilir.” Eğildi, sembolün kıvrımlarını inceledi. Ejderhanın kuyruğunda, neredeyse görünmez bir detay vardı: küçük bir hanzi, “gölge” anlamına gelen bir işaret. Wei Lian’ın Kan Qi’si, bu işareti gördüğünde titredi. Bu, sadece bir cinayet değildi; bir mesajdı. Ama kime?

“Numune alıyorum,” dedi Wei Lian, eldivenli elleriyle sembolden bir örnek toplarken. Ama zihninde, başka bir plan şekilleniyordu. Bu gece, tapınak bölgesine geri dönecekti—gölgelerde, avcı olarak. Kızıl Tarikat’ın izini sürmek, sadece bir görev değildi; geçmişinin kilidini açacak bir anahtardı.

Kyongseong’un tapınak bölgesi, neon çağının unuttuğu bir kutsal alan gibiydi. Kadim taş sütunlar, gökdelenlerin gölgesinde birer nöbetçi gibi duruyor, lotus çiçeklerinin gölgelerinde asırlık sırlar saklıyordu. Gece, bölgeyi bir sis perdesiyle örtmüştü; ay ışığı, tapınağın çatılarında kırılıp kırmızı bir parıltıya dönüşüyordu. Wei Lian, siyah kapüşonlu ceketinin gölgesinde, bir hayalet gibi tapınağın avlusuna süzüldü. Sol bileğindeki kırmızı taşlı bileklik, Kan Qi’sinin ritmiyle titreşiyordu, sanki tapınağın taşları onun kanını çağırıyordu. Kehribar gözleri, karanlığı tararken, zihninde gün boyu bulduğu ipuçları dönüyordu: Kim Seo-yeon’un keskin boğazı, kırmızı ejderha sembolü ve o gizemli “gölge” hanzi’si. Bu, bir cinayetten fazlasıydı; bir şifrenin parçasıydı.

Wei Lian, tapınağın taş platformuna yaklaştı, gündüzki suç mahallinin tam merkezine. Kan izleri, yağmurun etkisiyle silinmişti, ama Kan Qi’si, havada hâlâ bir titreşim algılıyordu—bir Kutsayıcı’nın varlığı, yakınlarda, gölgelerde saklanıyordu. Parmakları, ceketinin iç cebinde saklı küçük bir bıçağa uzandı; Kan Qi’si, bıçağın kenarından kırmızı iplikler gibi fışkırmaya hazırdı. Bu gece, avcıydı. Ve Gölge Kodu, adaleti emrediyordu.

Birden, tapınağın gölgelerinde bir hareket yakaladı. Kırmızı bir pelerin, lotus havuzunun ötesinde, taş bir sütunun ardında kayboldu. Wei Lian’ın kalbi hızlandı, Kan Qi’si damarlarında bir fırtına gibi yükseldi. Sessizce yaklaştı, adımları bir gölgenin dansı gibi. Ama tam sütuna ulaştığında, bir tıslama havayı yırttı. Bir hançer, karanlıktan fırladı, doğrudan göğsüne yönelmişti. Wei Lian, bir anlık refleksle eğildi; Kan iplikleri, havada bir kalkan gibi örüldü, hançeri saptırarak taşa çarptı. Kıvılcımlar, tapınağın kutsal sessizliğini bozdu.

“Gölge avcısı,” diye bir ses yankılandı, soğuk ve alaycı. Pelerinli figür, sütunun ardından çıktı; kapüşon, yüzünü hâlâ gölgeliyordu, ama ellerinde iki hançer parlıyordu, her birinin sapında Kızıl Tarikat’ın ejderha motifi. “Bizi bulacağını biliyorduk. Ama bu, son avın olacak.”

Wei Lian, gözlerini kıstı, Kan Qi’si parmaklarında kırmızı iplikler olarak dans ediyordu. “Kim Seo-yeon’u sen mi öldürdün?” diye sordu, sesi bir celladın sakinliğiyle. Ama zihninde, başka bir soru dönüyordu: Baek Ryu, bu gölgenin ardında mı?

Figür güldü, sesi tapınağın taşlarında yankılandı. “Seo-yeon, bir uyarıydı. Tarikat, hainleri affetmez. Ve sen…” Kapüşon hafifçe kaydı, bir kadının soluk yüzü ortaya çıktı, gözleri kırmızı bir parıltıyla yanıyordu. “Sen, onların en büyük hatasıydın.” Kadın, hançerlerini savurdu; Kan Qi’si, havada kırmızı bir sis olarak yükseldi, iplikleri bir ağ gibi yayarak Wei Lian’ı sarmaya çalıştı.

Wei Lian, bir sıçrayışla geri çekildi, Kan iplikleri bir yılan gibi rakibinin sisine saldırdı. Tapınağın avlusu, bir savaş alanına dönüştü; kırmızı iplikler ve sis, lotus çiçeklerinin üzerinde dans ederken, taşlar Kan Qi’sinin titreşimiyle sarsılıyordu. Kadın hızlıydı, ama Wei Lian bir avcıydı. İplikleri, kadının bileklerine dolandı, onu bir an için sabitledi. Ama kadın, bir çığlıkla Kan Qi’sini patlattı; kırmızı sis, iplikleri dağıttı ve Wei Lian’ı geriye savurdu.

Taş platforma çarparken, Wei Lian’ın gözleri kadının boynundaki bir kolyeye takıldı: kırmızı bir ejderha, ama içinde küçük bir hanzi—gölge. Aynı sembol, Kim Seo-yeon’un cesedinin yanındaydı. Bu, bir tesadüf olamazdı. “Baek Ryu kim?” diye sordu Wei Lian, nefes nefese, ipliklerini yeniden çağırırken.

Kadın sırıttı, dişleri kanla lekeli. “Baek Ryu, her şeyi biliyor. Senin kanını, sırrını, lanetini. Ve o, seni kıracak.” Sözleri, bir kehanet gibi tapınağın taşlarında yankılandı. Ama tam Wei Lian ipliklerini tekrar savuracakken, bir siren sesi geceyi yırttı. Polis ışıkları, tapınak bölgesinin girişinde belirdi. Hye-jin’in ekibi, yine çok yakındı.

Kadın, gölgelerde kaybolurken son bir fısıltı bıraktı: “Ejderha uyanıyor, gölge avcısı. Ve sen, onun ateşinde yanacaksın.” Wei Lian, dişlerini sıktı, Kan Qi’si hâlâ damarlarında çıldırıyordu, onu daha fazla kana çağırıyordu. Ama sirenler yaklaşıyordu. İpliklerini geri çekti, tapınağın çatısına sıçradı ve karanlığa karıştı. Ancak zihninde, kadının kolyesindeki “gölge” hanzi’si bir şifre gibi parlıyordu. Kızıl Tarikat, sadece bir tarikat değildi; bir labirentti. Ve Wei Lian, onun merkezine doğru çekiliyordu.

Bölüm Sonu

Yorumlar

(0)

Bölüm Nasıldı?

0 yanıt
Beğenim
0
Sinir Bozucu
0
Mükemmel
0
Şaşırtıcı
0
Sakin Olmalıyım
0
Bölüm Bitti
0

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!